Günümüzde kadın cinayetleri, toplumun en acı gerçeklerinden biri haline gelmiş durumda. Her geçen gün artan bu vakalar, pek çok kadın için birer kabusa dönüşüyor. İşte bu bağlamda, kadın cinayetinin derin yaralarını taşıyan ve bu konuda savunuculuk yapan bir isim öne çıkıyor: Sena. Sena, yaşadığı travmalara ve toplumun cinsiyet temelli ayrımcılığına karşı bir ses olmak adına önemli bir kampanya başlattı. "Kadın cinayeti olarak anılmak istemiyorum" diyen Sena, bu ifadeyle hem kendi hikayesini hem de sayısız başka kadınların yaşadığı acıları dile getirmek istiyor.
Sena, küçüklüğünden beri toplumsal normlar ve cinsiyet rolleri ile mücadele eden bir kadın. Ailesinin ve çevresinin beklentileri ile büyümesi, onun kimlik arayışını zorlaştırmış. Özellikle, geleneksel toplumlarda kadının yerinin genelde bir eş veya anne olarak tanımlandığını, kendisinin ise bunun ötesinde bir kimlik bulmak istediğini belirtiyor. Sena, buna karşın toplumun kadına biçtiği role isyan ediyor; "Benim varlığım sadece bir eş veya anne rolü ile sınırlı değil. Ben bir bireyim, varım!" diyor. Sena'nın hikayesi, pek çok kadının sadece ulaşmak istedikleri hayalleri değil, aynı zamanda toplumun onları hapsettiği kalıplardan kurtulma çabalarını da yansıtıyor.
Sena, kampanya süreci boyunca karşılaştığı en büyük engellerden birinin toplumsal duyarsızlık olduğunu ifade ediyor. "Kadın cinayetlerinin arka planında yatan sorunları konuşmak yerine, olayların sonuçları ile ilgileniyoruz. Oysa ki, her bir cinayet bir kadının yaşama hakkını elinden alıyor." diyen Sena, cinayetlerin toplumda normalleşmeye başladığını belirtiyor. Medyada yaşanan haberlere olan tepkilerin, olayın sanıldığının aksine kısa süreli olduğunu vurgulayarak, "Bir kadın öldüğünde birkaç gün konuşuluyor, ardından gündemimizin derinliklerine gömülüyor." ifadesini kullanıyor. Sena, kadın cinayetlerini gündemde tutmak ve toplumsal bir farkındalık yaratmak adına birçok etkinliğe imza atıyor.
Kampanyası sırasında tanıştığı diğer kadınların hikayeleri de Sena'yı derinden etkiledi. Yaşadığı travmaların yanı sıra, başkalarının hayallerinin nasıl derhal sona erdiğini gördükçe bu mücadeleyi daha da önemsedi. Her bir kadının, yaşadığı şiddet hikayesinin ardında gizli olan acı, direniş ve güçlenme çalışmaları onu daha da motive etti. "Bir kadın öldüğünde arkasında bırakılanlar yalnızca bir aile değil, bir toplumdur. Bu, hepimizi etkiler." diyor.
Sena'nın hikayesi, yalnızca kendisini değil, kadın cinayeti hayatta kalarak mücadele eden ve savaşmaya devam eden herkesin sesi haline gelmekte. Kendisi gibi düşünenlerle bir araya gelerek, sosyal medya kampanyaları oluşturarak sesini duyurmaya çalışıyor. "Kadın cinayetleri yalnızca birer istatistik değil, her biri bir insanın yaşamı. Bu nedenle, her kadının hikayesinin duyulması gerekiyor." ifadesiyle, sorunun ciddiyetine dikkat çekiyor. Sena, herkesin bu konuda sorumluluk alması gerektiğini vurguluyor ve daha fazla insanı ses vermeye, hikayesini anlatmaya çağırıyor.
Sonuç olarak, Sena gibi kadınların tüm yaşadığı acılar ve verdikleri mücadele, toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda yalnızca bir başlangıç. Her kadın, yaşamına son verilmeden önce kendini ifade etmekte özgür olmalı ve bu hakları savunabilmelidir. Sena, yaşadığı deneyimlerle bunu yapmaya çalışırken, bir taraftan da toplum mühendisliği yapmakta; "Kadın cinayeti olarak anılmak istemiyorum" diyerek, bu alanda farkındalık yaratmak adına büyük çaba harcıyor. Unutulmamalıdır ki, her sesin, her çağrının bir karşılığı vardır ve bu mücadele, yalnızca bireylerin değil, tüm toplumun sorunu olarak benimsenmelidir.